Sayfalar

Hayat felsefem...

Sizi, iki şey milyonlarca insandan ayırır, özgün ve farklı olmak...

Düşler gerçekleşir, en karanlıkları bile...

Hiç kimse veya hiçbir şey beni bağımlı olmaya zorlayamaz. Bunu ancak ben yapabilirim. İstemeden olsa bile bu kişisel bir seçimdir. Benim seçimim. Bağımlılığım korkularımdan kaynaklanıyorsa, darmadağınık bir benlikle yaşıyorum demektir.
Özgürlüğümü bir avuç uydurma gerçekliğe teslim ettim. Öz benliğimi ele geçirmek ancak tutumumu değiştirince mümkün oldu. Gerçek yoksulluğun kişinin sınırlarını belirleyememesi olduğunu öğrendiğimde, sevmeden ve istemeden yaptığım her şeyden nefret ettim. Kendimden nefret ettim.
En büyük devrim insanın kendi kendine gerçekleştirdiği devrimdir. İnsanın kendine karşı ayaklanması ve sınırlarını belirlemesi, diğer insanlara rağmen kendi yaşamını yaratmasıdır. Yüzündeki ıstırap çizgilerini silmesi ve gülen bir yüze sahip olmasıdır. Gülen bir yüz düşünüz olsun. Unutmayalım, düşler gerçekleşir, en karanlıkları bile...

Deccal

Biliyorsunuzdur, inançlarda deccal'dan bahsedilir. Dünyayı kötülüğe boğacağından söz edilir. Bence, bu deccal denilen şey televizyonun ta kendisi. Neden mi? Çünkü, televizyon çıktığından beri dünya kötülüklerle boğuşuyor. Önceleri iyi bir şey gibi göründü; insanları mutlu etti. Aslında onları eve hapsetti. Beyinleri yıkandı, adeta uyuştular. Televizyonun her söylediğine inanır oldular. Onun insan tarafından yönetilen bir makina olduğunu fark etmediler. Ruhlarını çalan bir makina...
İnsanlara bir bakın ne kadar mutsuzlar, konuşmayı unuttular.
Bir ulus, beş yılda sadece televizyon programlarıyla değiştirile bilinirmiş,
biliyor musunuz?
Dünyanın uzaylılar tarafından ele geçirildiğini inanabiliriz bir gün.
Uzaylıları gözümüzle görmemiz gerekmez, sadece televizyonda görmemiz yeter.



Hülya Gülay_8 ocak 2010

En çok fotoğraflar acı verir...

Hiç fark ettiniz mi? Hep güzel anlarımızın fotoğraflarını çekeriz. Genelde de güleriz. Gülemeyenlerimiz ise "çizzzz" diyerek gülmüş gibi yapar. Evlenirken çektirdiğimiz fotoğraflarda da hep gülücükler dağıtırız. Peki, ya bir şeyler yolunda gitmediğinde, gözümüz görmek istemez, hatta yırtıp atarız. Ya fotoğraftaki biri öldüğünde... En çok da onlar acı veriyor...
Fotoğraf çekenlere duyurulur, deklanşöre basmadan önce
bir kez daha düşünün derim ben...

Tanrı'yı arayan insan...

Tanrı'yı arayan insan, dünyaya sormuş, "Sen Tanrı mısın?"
Dünya, "Hayır, ben değilim." demiş.
Denize sormuş, "Ben değilim." demiş.
Sonra, rüzgara, gökyüzüne, güneşe, aya, yıldızlara sormuş,
"Ben değilim." demiş her biri.
Tanrı siz değilseniz, O'nun hakkında bilgi verir misiniz, demiş insan.
Hep bir ağızdan, yüksek sesle şöyle söylemişler, "Bizi O yarattı."




Resim yapmak aslında bir oyundur...

Yaptığım resimlerin kişiliğimi yansıttığını öğrendiğimde ne yazık ki otuz beş yaşını çoktan geçmiştim. Keşke, biri bana bunu çok önce söyleseydi. Durmadan resim yapardım, ne güzel. Kimse beni anlamıyor diye  üzülmezdim. Kendimi ifade etmem meğer ne kadar kolaymış.
Bir insanın kağıt üzerinde yaptığı resimlerden, düşünceleri, görüşleri, nasıl büyüdüğü, nelerden etkilendiği anlaşılırmış. Kendini resim yaparak ifade etmek, sözle ifade etmekten daha kolaymış.
Öyleyse, resim yapmaktan hiç çekinmeyelim. Kağıt ve kalem arkadaşımız olsun. Dünyamızı kendimiz şekillendirelim. Çizgiler ve renkler bize yardım etsin. Resim yapmak bir oyunsa eğer, oynayalım doya doya...